Cehennem”e inanıyor musunuz ?
Evet, inanıyorum. Yada yok inanmıyorum. Her iki cevapta kendi inancınızı ortaya koyar.
Peki, cehennem var mı? sorusunun cevabı evet’dir. Cehennem vardır. Ancak ölünce insanlar cehennem’e gitmeyecekler. Ölüm sonrası bir cehennem yok. İnsanlar ölünce diğer bütün canlılar gibi karbon olacaklar.
Peki, o zaman cehennem var mı diye niye soruyorsun dersen, cehennem’in dünya’da olduğunu bildiğim içindir. Cehennem vardır ve yeri İsrail’dedir. Eski (antik yada kadim) israiloğulları toplumları içindeki, inanmayanları, katilleri, hırsızları, tecavüzcüleri, aklınıza gelebilecek bütün kötü insanları gehenna hinnom vadisine götürür, orada cezalandırırlardı. Hinnom bir vadi, ceza verilen yerin ismi. Gehenna ise bilinmeyen (yer, varlık) anlamında. Bilinmeyen hinnom vadisi olarak anlayabiliriz. Bu vadi’de israilliler çukurlar açmışlar, çukurun içine katran (petrol) koyarlar. En kötü yada pislik işleri yapanları bu çukurlara koyarlar, onları orada yakarlar. Cehennem çukuru bu’dur. Yakılan insanların kokuları etrafa yayılır. İsraillilerin pek gidip eğlendikleri bir yer değil açıkçası.
Cehennem ismi gehenna hinnom’dan gelir.
Cehennem’in zıddı, karşıtı ise cennet. İslam’da belirtilen cennet bahçe demek. Bahçe sözcüğü farsça. Cennet’de cehennem sözünün kökeninde ki gehenna’dan gelir. Bu sözcük arapça’da cn sözcüğüyle vardır. Gehanna sözcüğünün kökünde ki ge (ce) sesi (sözcüğü) italyanca’da ki bahçe anlamına gelen giardino sözcüğününde kökeni. İngilizce de ki garden sözcüğü de yine bu ge (ce) sesinden (sözcüğü) türemiş.
Cennet islam’da 8 katman olarak anlatılıyor. Cennetin katmanlarından birisinin ismi Adn. Adn’de cehennem gibi yeryüzünde. Yemen’de bir şehir. Deniz kenarında güzel, yaşanılacak bir yer. Muhakkak ki eski yemenliler burada yaşarlarken, bitki örtüsü ve ikliminde yardımıyla güzel bahçeler yapıp, içlerinde yaşamışlardı. Çöl de yaşam zor. Mücadele ister.
Cennet ve cehennem sözcüklerinin kökünü arapça cn, ibranice ve süryanice (aramice de diyebilirsiniz) ghn. Anlamı bilinmeyen varlık olarak belirtiliyor. Varlık olarak belirtiliyor olsalarda, biz varlığı canlı olarak anlıyoruz. Cn (ghn) sözcüğünden türemiş olan cennet yada cehennem varlık değillerdir. Yukarıda yazdığım gehenna sözünü bilinmeyen (aynı zamanda görünmeyen) olarak anlayabiliriz.
Cin sözcüğü de cn (ghn) sözcüğünden türemiş. Bilinmeyen varlık anlamında. Dolayısıyla cin sözüne de bilinmeyen diyebiliriz. Peki bilinmeyen anlamına geliyor ise ortadoğu dinleri olan Musevilik, Hrıstiyanlık ve müslümanlık’ta nasıl tanımları, özellikleri anlatılabiliyor. Bu sorunun açıklanabilir bir cevabı yok.
Sözcüklerin köklerini bilmek kişiye eskiyi anlamada çok yardımcı oluyor. Bunlardan bir tanesi namaz.
Namaz müslümanlıkta bir ibadet şekli. Biz Farsça’dan aldık namaz sözcüğünü. Namaz bir uygulama(ritüel). Nereden nasıl geldiği pek bilinmiyor. Araplar namaz sözünü kullanmazlar. Onlar salah derler. Salah’ı huzur olarak söyleyebiliriz. Salah kılmak yada salah etmek, huzur ermek gibi bir anlama geliyor. Namaz farsça demiştik. Farslar hint-irani bir kavim. Hintçe ile akrabalığı var. Tabi Hintlilerin eski dili sanskristçe ile de akrabalığı var. Sanskristçe namaz sözü selam, merhaba, hi, hey, ciao anlamlarına geliyor. Günümüz Hintlileri selam için Namaste derler. Namaste, güneşin selamı demek.
Ortadoğu insanları, Araplar ve Yahudiler selam sözünü kullanırlar. İtalyanca salve, selamdan geliyor. Selam-ün aleyküm; şalom-in elohim aynıdır. Elohim’in selamı. Elohim’in ise Kenan baş tanrısı El’dir. El baş tanrı sümer mitolojisinde de var.
Biz cinlere geri dönelim.
Cin sözü bilinmeyen varlıktı. Bu bilinmeyen varlıklar, islam’da ve diğer ortadoğu dinlerinde bolca bulunur. İnsanlardan önce ateşten yaratılmışlardır. İnsan ise daha sonra topraktan yaratılmışlardır. En azından ortadoğu dinlerinde bu şekilde anlatılıyor.
Bir yaratılma şekli daha var. Topraktan yaratılma öncesinde. Su’dan yaratmak. Daha doğrusu su’dan gelmek.
Yaratılma yada varolma 3 şekilde var.
Topraktan yaratılma
Sudan yaratılma
Ateşten yaratılma
Su’dan yaratılma, su’dan gelme bilgisi, günümüz modern biliminde ki canlılığın su’dan karaya geçişi gibi gözükse de, aslında daha masalsıdır. Su’dan geldik denmesi evrim’ı açıklamaz.
Su’dan gelmek sözü ilk olarak Sümerler (kengerler) tarafından söylenmiş. Yaratma yada yaratılma değilde, geldikleri yeri belirtmişler. Sümerlerin Irak bölgesine geldikleri yer iç asya’dır. Günümüzde Ortaasya diyoruz. Yüzyıl öncesine kadar Türkistan deniyordu. Sümerler iç asya’da nehir kenarları yada taklamakan çölü (7-8 bin yıl önce denizdir, hazar denizi gibi) kenarında yaşayan insanlardı. Irak bölgesine geldikleri zamanda su’dan geldik demeleri de bu yüzdendir. Şehirlerin, kasabaların, köylerin henüz oluşmadığı zamanlar da insanlar göçebe halde su kenarlarında yaşarlardı. Sümerlerin su’dan geldik, su’dan varolduk demesi bundandır. Su’dan karaya geçiş değildir.
Su’dan gelmek, Çin’de de vardır. Çin’i oluşturan insanlar da bir zamanlar su kenarlarında yaşıyorlardı.
Su, dere, nehir, deniz kenarlarında yaşamak eski insanlar için bir medeniyet anlamına çıkabiliyor.
Topraktan yaratılmak’da yine sümerlere tarafından söylenmiş bir söz. İç asya’dan ırak bölgesine geldikleri zaman, köylerini kasabalarını ve daha sonra da şehirlerini (merkez) iki nehirin (fırat dicle) arasında kurarlar. Ancak ilk geldikleri zaman iki nehirin de etrafı balçıkla kaplıdır. Sulu toprak, çamur deryası. Sümerler nehirin etrafını temizleyip kendilerine köyler, kasabalar ve şehirler kurarlar. Varoluşları balçık’ın temizlenip, yaşanacak hale gelmesidir. Biz topraktan geldik, yaratıldık demelerinin özü bu’dur.
Eski Türkçe şehir yada kent anlamında balık sözü kullanılır. Balık balçık sözünün deismi hali. Örnek olarak ordabalık. Ordu şehri. Ordu askerlerin toplanıp, eşleri ve çocuklarıyla yaşadıkları yer. Günümüzde ki ordu sözcüğü buradan geliyor.
Su’dan yaratılma, varolma ve topraktan yaratılma ve varolma, aslında insanoğlunun gelişim aşamalarını anlatıyor. Bir anlamda da kültürlerini.
Bir yaratılma daha var demiştik. Ateşten yaratılma. Ateş olgusu, ateşin kutsallığı ortadoğu’da yok denecek kadar azdır. Bir kült yada tanrı haline gelememiştir. Ancak sümerlerin geldikleri yer de, yani iç asya (ortaasya)’da ateş kültü vardır. İç asyanın 3 unsurunda da bulunur. Hint, Fars ve Türk kültürlerinde ateş kültü vardır. Ve en az Hintlerin Güneş kültü kadar önemlidir. Hintliler ve farslar bunları tanrı haline getirmişlerse de Türkler de sadece bir kült olarak varolmuştur.
Türkler ölülerini yakarlardı. Ölen kişi ateşte yakılır, duman gökyüzüne çıkardı. Türkler bu olaya At der. Yanan bedenin dumanının gökyüzüne çıkması At olayıdır. Bunu bir ritual halinde yaparlardı. ATA sözü buradan gelir. AT sözünden türetilen atılgan’ı günümüzde kullanırız.
Hindistan’da ateş kültü hala vardır. Tapınaklarında sürekli yanan bir ateş bulunur. Farslar da müslümanlıkla birlikte yokolmaya yüztutmuşsa da, Farsların kendilerini adlandırdıkları Fars sözcüğü, ateş ışık demektir.Far sözünden türetilen bir çok sözcüğü biz Türkler de bolca kullanırız. Arabanın farı, gözünün feri. peri masalları, pırıltı gibi. İngilizce de ki fire sözü de far’dan gitme.
Sümerler de ve sonraki ortadoğu’nun bütün medeniyetlerin de, kültürlerinde cin kavramı bulunur. Cinler ateşten yaratılmışlardır. Onların söyledikleri, yazdıkları bu şekildedir.
Aslında;
Cinler yani bilinmeyenler (görünmeyenler) Ateş’ten yaratılmamışlardır, ateş kültü etrafında yaşayan insanlardır. Ateşten yaratılmak, topraktan ve sudan yaratılma gibi insanoğlunun kültürünü, gelişim aşamasını yada yaşamını belirtir.
Ancak Araplar ve Arapların cedleri ve de cedlerinin akrabaları, bu bilinmeyenleri masallar haline getirmişler, insanın fiziki yada psikolojik rahatsızlıklarını cinlere, bilinmeyenlere bağlamışlardır. Sara hastalığı olan insanlar bile o dönemde cin çarpmış kişi olarak adlandırılmıştır. Cinlerin, bilinmeyenlerin özellikleri on yıllar, yüzyıllar geçtikçe soyut bir varlık haline dönüşmüş, iyi ve kötü cinler olarak ikiye ayrılmışlardır. Babil dini bu cinler, bilinmeyenler üzerine kurulu bir dindir. Babillilerin tapındıkları cinlerin hemen hemen hepsi Sümerlerin hikayelerinde kötü yada iyi tanrı olarak yeralırlar. Sümerler ise bunları yazıp, anlatırken aslında geçmişte olan bir çok olayın kahramanlarını, liderlerini ve bunların arasındaki mücadeleleri aktarmışlardır.
Cin kavramını ilk olarak Marduk’un cinlerinde görürüz. Sümer şehri yöneticisi Enlil ile arası açılan Marduk,
şehirden kovulur. Marduk bunun intikamını alacaktır.
Marduk bir süre sonra şehre geri döner. Yanında cinleri vardır. Şehrin yöneticisini yener, ve şehri ele geçirir. Buradaki cinler; soyut kavram olarak cinler mi yoksa bilinmeyen insanlar mı, kararını siz verirsiniz.
Marduk daha sonra babillilerin en önemli tanrılarından birisi haline gelir. Babilliler de baş tanrı Samaş’tır. Güneşi simgeler. Arapça’ya şems olarak geçmiştir. Biz de isim halinde şemsi yada şemsettin olarak kullanırırız. Şemsettin; yasanın güneşi demektir. (Din aramice yasa, kanun anlamı taşır)
Bu arada, Marduk (nibiru) bir gezegen değildir. Yeryüzünde yaşananlar atalarını, ve atalarının kavgalarını, aralarında ki ilişkilerini gökyüzünde ki yıldızlarla, gezegenlerle, güneş ve ay ile anlatmışlardır. Ya unutmamak için sümerliler gökyüzünü kullanmışlardır, yada her zaman hatırlamak için.
Eğer cinleri aramaya kalkarsanız, Satürn’e gitmeyi göze almalısınız. Modern din uzmanlarından (!) bazı kimseler cinlerin Satürn’de yaşadıkları, Satürn halkı olduklarını anlatır. Satürn gaz halinde bir gezegendir. Dünya gibi bir kayalık gezegen değildir. Demekki Gaz ile ateş’i bir tutabilmişlerdir. Ancak gazlar ateş değildir, ateş’te gaz değildir. Ateş katı maddenin gaz haline dönüşmesini sağlar. Yani gazlar ile ateş aynı şey değildir.
Şimdi;
Cinlere inanmayalım mı? derseniz, inanıp inanmamak sizin özgürlüğünüzdür. Kimse kimsenin inancına karışmaz, karışmamalıdır da. Ama tarih öncesi (yazı öncesi) inanışları günümüze getirip, bunları yaşatmaya çalışmak, üzerine bilimi kullanarak bunlara kılıf uydurmak, sözün tam anlamıyla sahtekarlıktır. Çünkü bunu kanıtlamaya çalışanların amacı kendi inançlarını diğerlerine kabul ettirmeye uğraşmalarıdır. Yani siyaset. Ortadoğu da varolan din savaşlarının sebebi budur. Kendi inancını diğerine kabul ettirmek.(Irak iran savaşı, şii sünni savaşıdır.)
Not : Ortadoğu dinlerindeki cinler hakkında konuştuk. Asya toplumlarında ateş kültüründen geçmiştir dedik. Türklerde ise atalarının ruhları cinler yada tanrılar haline gelmemiştir. Türkler de (eski türkler) cin sözü karşılığı olarak iye (ruh) vardır. Ama bunlar ortadoğu dinleri gibi kişilik kazanmamışlar, aile kurmamışlar, kabileler halinde yaşamamışlardır. Türkler kötü ve iyi iye diye ayırmalarına rağmen aralarında zıtlık oluşmamış, iye’ler kavga etmemişlerdir. Ama ortadoğu cinleri Hint ve Fars kültürlerinde bolca bulunur. Batı dillerine de Farslar üzerinden geçer. İngilizce devil sözü, Farsça’da ki cin sözüne karşılık gelen dev sözünden türemiştir. Dev sözünü Türkçe’de biz de kullanırız. Devler! Ancak devler bizim için cin anlamı taşımaz. Zerdüşt’ün yazdığı Avesta’da (M.Ö. 5. asır) deva bölümü vardır. DEVA !. Yani cinler.
Evet, inanıyorum. Yada yok inanmıyorum. Her iki cevapta kendi inancınızı ortaya koyar.
Peki, cehennem var mı? sorusunun cevabı evet’dir. Cehennem vardır. Ancak ölünce insanlar cehennem’e gitmeyecekler. Ölüm sonrası bir cehennem yok. İnsanlar ölünce diğer bütün canlılar gibi karbon olacaklar.
Peki, o zaman cehennem var mı diye niye soruyorsun dersen, cehennem’in dünya’da olduğunu bildiğim içindir. Cehennem vardır ve yeri İsrail’dedir. Eski (antik yada kadim) israiloğulları toplumları içindeki, inanmayanları, katilleri, hırsızları, tecavüzcüleri, aklınıza gelebilecek bütün kötü insanları gehenna hinnom vadisine götürür, orada cezalandırırlardı. Hinnom bir vadi, ceza verilen yerin ismi. Gehenna ise bilinmeyen (yer, varlık) anlamında. Bilinmeyen hinnom vadisi olarak anlayabiliriz. Bu vadi’de israilliler çukurlar açmışlar, çukurun içine katran (petrol) koyarlar. En kötü yada pislik işleri yapanları bu çukurlara koyarlar, onları orada yakarlar. Cehennem çukuru bu’dur. Yakılan insanların kokuları etrafa yayılır. İsraillilerin pek gidip eğlendikleri bir yer değil açıkçası.
Cehennem ismi gehenna hinnom’dan gelir.
Cehennem’in zıddı, karşıtı ise cennet. İslam’da belirtilen cennet bahçe demek. Bahçe sözcüğü farsça. Cennet’de cehennem sözünün kökeninde ki gehenna’dan gelir. Bu sözcük arapça’da cn sözcüğüyle vardır. Gehanna sözcüğünün kökünde ki ge (ce) sesi (sözcüğü) italyanca’da ki bahçe anlamına gelen giardino sözcüğününde kökeni. İngilizce de ki garden sözcüğü de yine bu ge (ce) sesinden (sözcüğü) türemiş.
Cennet islam’da 8 katman olarak anlatılıyor. Cennetin katmanlarından birisinin ismi Adn. Adn’de cehennem gibi yeryüzünde. Yemen’de bir şehir. Deniz kenarında güzel, yaşanılacak bir yer. Muhakkak ki eski yemenliler burada yaşarlarken, bitki örtüsü ve ikliminde yardımıyla güzel bahçeler yapıp, içlerinde yaşamışlardı. Çöl de yaşam zor. Mücadele ister.
Cennet ve cehennem sözcüklerinin kökünü arapça cn, ibranice ve süryanice (aramice de diyebilirsiniz) ghn. Anlamı bilinmeyen varlık olarak belirtiliyor. Varlık olarak belirtiliyor olsalarda, biz varlığı canlı olarak anlıyoruz. Cn (ghn) sözcüğünden türemiş olan cennet yada cehennem varlık değillerdir. Yukarıda yazdığım gehenna sözünü bilinmeyen (aynı zamanda görünmeyen) olarak anlayabiliriz.
Cin sözcüğü de cn (ghn) sözcüğünden türemiş. Bilinmeyen varlık anlamında. Dolayısıyla cin sözüne de bilinmeyen diyebiliriz. Peki bilinmeyen anlamına geliyor ise ortadoğu dinleri olan Musevilik, Hrıstiyanlık ve müslümanlık’ta nasıl tanımları, özellikleri anlatılabiliyor. Bu sorunun açıklanabilir bir cevabı yok.
Sözcüklerin köklerini bilmek kişiye eskiyi anlamada çok yardımcı oluyor. Bunlardan bir tanesi namaz.
Namaz müslümanlıkta bir ibadet şekli. Biz Farsça’dan aldık namaz sözcüğünü. Namaz bir uygulama(ritüel). Nereden nasıl geldiği pek bilinmiyor. Araplar namaz sözünü kullanmazlar. Onlar salah derler. Salah’ı huzur olarak söyleyebiliriz. Salah kılmak yada salah etmek, huzur ermek gibi bir anlama geliyor. Namaz farsça demiştik. Farslar hint-irani bir kavim. Hintçe ile akrabalığı var. Tabi Hintlilerin eski dili sanskristçe ile de akrabalığı var. Sanskristçe namaz sözü selam, merhaba, hi, hey, ciao anlamlarına geliyor. Günümüz Hintlileri selam için Namaste derler. Namaste, güneşin selamı demek.
Ortadoğu insanları, Araplar ve Yahudiler selam sözünü kullanırlar. İtalyanca salve, selamdan geliyor. Selam-ün aleyküm; şalom-in elohim aynıdır. Elohim’in selamı. Elohim’in ise Kenan baş tanrısı El’dir. El baş tanrı sümer mitolojisinde de var.
Biz cinlere geri dönelim.
Cin sözü bilinmeyen varlıktı. Bu bilinmeyen varlıklar, islam’da ve diğer ortadoğu dinlerinde bolca bulunur. İnsanlardan önce ateşten yaratılmışlardır. İnsan ise daha sonra topraktan yaratılmışlardır. En azından ortadoğu dinlerinde bu şekilde anlatılıyor.
Bir yaratılma şekli daha var. Topraktan yaratılma öncesinde. Su’dan yaratmak. Daha doğrusu su’dan gelmek.
Yaratılma yada varolma 3 şekilde var.
Topraktan yaratılma
Sudan yaratılma
Ateşten yaratılma
Su’dan yaratılma, su’dan gelme bilgisi, günümüz modern biliminde ki canlılığın su’dan karaya geçişi gibi gözükse de, aslında daha masalsıdır. Su’dan geldik denmesi evrim’ı açıklamaz.
Su’dan gelmek sözü ilk olarak Sümerler (kengerler) tarafından söylenmiş. Yaratma yada yaratılma değilde, geldikleri yeri belirtmişler. Sümerlerin Irak bölgesine geldikleri yer iç asya’dır. Günümüzde Ortaasya diyoruz. Yüzyıl öncesine kadar Türkistan deniyordu. Sümerler iç asya’da nehir kenarları yada taklamakan çölü (7-8 bin yıl önce denizdir, hazar denizi gibi) kenarında yaşayan insanlardı. Irak bölgesine geldikleri zamanda su’dan geldik demeleri de bu yüzdendir. Şehirlerin, kasabaların, köylerin henüz oluşmadığı zamanlar da insanlar göçebe halde su kenarlarında yaşarlardı. Sümerlerin su’dan geldik, su’dan varolduk demesi bundandır. Su’dan karaya geçiş değildir.
Su’dan gelmek, Çin’de de vardır. Çin’i oluşturan insanlar da bir zamanlar su kenarlarında yaşıyorlardı.
Su, dere, nehir, deniz kenarlarında yaşamak eski insanlar için bir medeniyet anlamına çıkabiliyor.
Topraktan yaratılmak’da yine sümerlere tarafından söylenmiş bir söz. İç asya’dan ırak bölgesine geldikleri zaman, köylerini kasabalarını ve daha sonra da şehirlerini (merkez) iki nehirin (fırat dicle) arasında kurarlar. Ancak ilk geldikleri zaman iki nehirin de etrafı balçıkla kaplıdır. Sulu toprak, çamur deryası. Sümerler nehirin etrafını temizleyip kendilerine köyler, kasabalar ve şehirler kurarlar. Varoluşları balçık’ın temizlenip, yaşanacak hale gelmesidir. Biz topraktan geldik, yaratıldık demelerinin özü bu’dur.
Eski Türkçe şehir yada kent anlamında balık sözü kullanılır. Balık balçık sözünün deismi hali. Örnek olarak ordabalık. Ordu şehri. Ordu askerlerin toplanıp, eşleri ve çocuklarıyla yaşadıkları yer. Günümüzde ki ordu sözcüğü buradan geliyor.
Su’dan yaratılma, varolma ve topraktan yaratılma ve varolma, aslında insanoğlunun gelişim aşamalarını anlatıyor. Bir anlamda da kültürlerini.
Bir yaratılma daha var demiştik. Ateşten yaratılma. Ateş olgusu, ateşin kutsallığı ortadoğu’da yok denecek kadar azdır. Bir kült yada tanrı haline gelememiştir. Ancak sümerlerin geldikleri yer de, yani iç asya (ortaasya)’da ateş kültü vardır. İç asyanın 3 unsurunda da bulunur. Hint, Fars ve Türk kültürlerinde ateş kültü vardır. Ve en az Hintlerin Güneş kültü kadar önemlidir. Hintliler ve farslar bunları tanrı haline getirmişlerse de Türkler de sadece bir kült olarak varolmuştur.
Türkler ölülerini yakarlardı. Ölen kişi ateşte yakılır, duman gökyüzüne çıkardı. Türkler bu olaya At der. Yanan bedenin dumanının gökyüzüne çıkması At olayıdır. Bunu bir ritual halinde yaparlardı. ATA sözü buradan gelir. AT sözünden türetilen atılgan’ı günümüzde kullanırız.
Hindistan’da ateş kültü hala vardır. Tapınaklarında sürekli yanan bir ateş bulunur. Farslar da müslümanlıkla birlikte yokolmaya yüztutmuşsa da, Farsların kendilerini adlandırdıkları Fars sözcüğü, ateş ışık demektir.Far sözünden türetilen bir çok sözcüğü biz Türkler de bolca kullanırız. Arabanın farı, gözünün feri. peri masalları, pırıltı gibi. İngilizce de ki fire sözü de far’dan gitme.
Sümerler de ve sonraki ortadoğu’nun bütün medeniyetlerin de, kültürlerinde cin kavramı bulunur. Cinler ateşten yaratılmışlardır. Onların söyledikleri, yazdıkları bu şekildedir.
Aslında;
Cinler yani bilinmeyenler (görünmeyenler) Ateş’ten yaratılmamışlardır, ateş kültü etrafında yaşayan insanlardır. Ateşten yaratılmak, topraktan ve sudan yaratılma gibi insanoğlunun kültürünü, gelişim aşamasını yada yaşamını belirtir.
Ancak Araplar ve Arapların cedleri ve de cedlerinin akrabaları, bu bilinmeyenleri masallar haline getirmişler, insanın fiziki yada psikolojik rahatsızlıklarını cinlere, bilinmeyenlere bağlamışlardır. Sara hastalığı olan insanlar bile o dönemde cin çarpmış kişi olarak adlandırılmıştır. Cinlerin, bilinmeyenlerin özellikleri on yıllar, yüzyıllar geçtikçe soyut bir varlık haline dönüşmüş, iyi ve kötü cinler olarak ikiye ayrılmışlardır. Babil dini bu cinler, bilinmeyenler üzerine kurulu bir dindir. Babillilerin tapındıkları cinlerin hemen hemen hepsi Sümerlerin hikayelerinde kötü yada iyi tanrı olarak yeralırlar. Sümerler ise bunları yazıp, anlatırken aslında geçmişte olan bir çok olayın kahramanlarını, liderlerini ve bunların arasındaki mücadeleleri aktarmışlardır.
Cin kavramını ilk olarak Marduk’un cinlerinde görürüz. Sümer şehri yöneticisi Enlil ile arası açılan Marduk,
şehirden kovulur. Marduk bunun intikamını alacaktır.
Marduk bir süre sonra şehre geri döner. Yanında cinleri vardır. Şehrin yöneticisini yener, ve şehri ele geçirir. Buradaki cinler; soyut kavram olarak cinler mi yoksa bilinmeyen insanlar mı, kararını siz verirsiniz.
Marduk daha sonra babillilerin en önemli tanrılarından birisi haline gelir. Babilliler de baş tanrı Samaş’tır. Güneşi simgeler. Arapça’ya şems olarak geçmiştir. Biz de isim halinde şemsi yada şemsettin olarak kullanırırız. Şemsettin; yasanın güneşi demektir. (Din aramice yasa, kanun anlamı taşır)
Bu arada, Marduk (nibiru) bir gezegen değildir. Yeryüzünde yaşananlar atalarını, ve atalarının kavgalarını, aralarında ki ilişkilerini gökyüzünde ki yıldızlarla, gezegenlerle, güneş ve ay ile anlatmışlardır. Ya unutmamak için sümerliler gökyüzünü kullanmışlardır, yada her zaman hatırlamak için.
Eğer cinleri aramaya kalkarsanız, Satürn’e gitmeyi göze almalısınız. Modern din uzmanlarından (!) bazı kimseler cinlerin Satürn’de yaşadıkları, Satürn halkı olduklarını anlatır. Satürn gaz halinde bir gezegendir. Dünya gibi bir kayalık gezegen değildir. Demekki Gaz ile ateş’i bir tutabilmişlerdir. Ancak gazlar ateş değildir, ateş’te gaz değildir. Ateş katı maddenin gaz haline dönüşmesini sağlar. Yani gazlar ile ateş aynı şey değildir.
Şimdi;
Cinlere inanmayalım mı? derseniz, inanıp inanmamak sizin özgürlüğünüzdür. Kimse kimsenin inancına karışmaz, karışmamalıdır da. Ama tarih öncesi (yazı öncesi) inanışları günümüze getirip, bunları yaşatmaya çalışmak, üzerine bilimi kullanarak bunlara kılıf uydurmak, sözün tam anlamıyla sahtekarlıktır. Çünkü bunu kanıtlamaya çalışanların amacı kendi inançlarını diğerlerine kabul ettirmeye uğraşmalarıdır. Yani siyaset. Ortadoğu da varolan din savaşlarının sebebi budur. Kendi inancını diğerine kabul ettirmek.(Irak iran savaşı, şii sünni savaşıdır.)
Not : Ortadoğu dinlerindeki cinler hakkında konuştuk. Asya toplumlarında ateş kültüründen geçmiştir dedik. Türklerde ise atalarının ruhları cinler yada tanrılar haline gelmemiştir. Türkler de (eski türkler) cin sözü karşılığı olarak iye (ruh) vardır. Ama bunlar ortadoğu dinleri gibi kişilik kazanmamışlar, aile kurmamışlar, kabileler halinde yaşamamışlardır. Türkler kötü ve iyi iye diye ayırmalarına rağmen aralarında zıtlık oluşmamış, iye’ler kavga etmemişlerdir. Ama ortadoğu cinleri Hint ve Fars kültürlerinde bolca bulunur. Batı dillerine de Farslar üzerinden geçer. İngilizce devil sözü, Farsça’da ki cin sözüne karşılık gelen dev sözünden türemiştir. Dev sözünü Türkçe’de biz de kullanırız. Devler! Ancak devler bizim için cin anlamı taşımaz. Zerdüşt’ün yazdığı Avesta’da (M.Ö. 5. asır) deva bölümü vardır. DEVA !. Yani cinler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.