İnsanoğlu kendi varlığının farkına varmasından beri; kendi
varlığını ve etrafında olan biteni anlamaya çalışır, ve bunlara tanımlar bulur.
Bu anlayış eski çağlarda insanı din kavramını bulmasını sağlar. Ancak din
dediğimiz şey günümüzdeki anladığımız anlamıyla inanç karşılığı değildir. (Din
sözü eski arami dilinde yasa anlamına gelir)
Dinlerin ortaya
çıkışındaki amaç; insanın kendisini ve etrafında gördüğü şeyi açıklamaya
yöneliktir. Akdeniz ve çevresinde ortaya çıkan bütün dinler de temel tanrı yada tanrılar güneş temellidir. Şöyleki
hristiyanlık öğretisi Jesus sözünün temeli jes (yes) güneş demektir. (Bu jes
yada yes”ten yusuf ismi ortaya çıkmış bu isim batı’ya josef ve guiseppe olarak geçmiştir. ) Pers
inancı mithra’daki mith de güneş demektir. Biz Türkler de varolan Tanrı
(tengri) sözünün anlamı da diğer inançlardaki ile aynıdır. Teng, tan güneşin
ilk ışınları anlamındadır, güneşi belirtir. Biz hala tan sözünü kullanırız.
Eski çağ
insanları için (günümüzde bizim içinde geçerli) güneş çok önemlidir. Bu yüzden ilk ana tanrıları güneştir. Güneş ise
enerji verir, aydınlatır, ısıtır. Bitkilerin ortaya çıkmasına, yeşerip büyümesine
etki eden birinci etkendir. Ağrıyan dişimiz de gündüz hafif ağrı yaparken,
güneşin batması gecenin olmasıyla daha çok ağrımaya başlar. Sebebi güneşin olmamasıdır. Güneş girmeyen
eve doktor girer deyimi daha anlaşılırdır.
Bugün bizim
düşündüğümüz gibi eski çağ insanları da aynı şekilde düşünmüşlerdir.
Sami-Arap toplumları
ise ortaya çıkan bu tanımları (anlam – izah) edebi bir şekilde toplayarak inanç
haline getirmiştir. Semavi dinler diye temeli atılan inançların (edebiyatın) temeli
burası, mezopotamya’dır. Eski inanç biçimleri yokedilmiş yahut yok sayılmıştır.
Diğer bölgelerde gelişen inançlar da semavi dinler kapsamına dahil edilmemiştir.
Avrupa’da
rönesans ve reform hareketleri (düşünceleri) ortaya çıkana kadar insan ve
çevresi bu inançlarla açıklanmaya çalışıldı. Rönesans ve reform hareketleri
sonucu bu anlayış deyişmeye başladı. Bilim insanları olayları dinleri temel almadan,
akıl yürüterek açıklamaya çalıştı. Daha sonra açıklamalar için deneyler kullanmaya
başladılar.
Günümüzde insan
nedir, nereden gelmiştir nereye gider gibi sorulara bilim insanları yanıtlar
arar. Dini temel alan düşünceninde bunlar için cevabı vardır. (binlerce yıllık
birikimleriyle) Şuan bütün bu olan biteni açıklamaya çalışan iki düşünce sistemi
var. Birisi bilim temelli, diğeri din temelli. Din temel olarak daha önce yazılmış
kitapları alır. Kur’an gibi. Din; insanı, doğayı, evreni, tanrıyı açıklamayı
yada ispat etmeyi bıraktığı takdirde kendisini feshetmiş olur. Din’in ortaya
çıkması insanların olayları anlamaya çalışmasıdır. Ancak günümüz bu açıklamaların
yerini modern Bilim almıştır. Bilim ise olayları deneyler yaparak açıklamaya
çalışır.
Bilimin bütün bu
olayları açıklamada bir çok teorisi vardır. Bunlar teori halinde bulunur. Büyük
Patlama Teorisi, Paralel Evrenler Teorisi gibi... Ve bazı teoriler kuram haline
gelmiştir. Evrim Kuramı gibi...
İnsanların en çok
sordukları sorulardan birisi hatta en temel soru olan; Yaşam nasıl başladı?
Bu soru için
dinlerin verdiği açıklamayı bildiğimiz için dinin verdiği cevapları yazmaya
yada bilimin ortaya attığı teorilerle kıyaslamaya gerek yok.
Bu soruya bilimin
verdiği en popüler cevaplarından birisi; yaşamın dünya’ya dışarıdan geldiğidir.
Yaşam kuyruklu yıldızların içinde bulunan su’lar sayesinde Dünya’ya taşınmıştır.
Dünya’nın 5 milyar yıl önceki oluşum aşamasında iken dünya’ya çarpan (bu olay 2
milyar kadar sürmüştür) kuyruklu yıldızların içinde ki sularda varolan, mikrop
ve virüslerdir. Bu teoriye göre düşünürseniz diğer
gezegenlerde yaşam olabilme olasılığı vardır. Kuyruklu yıldızlar Kaiper
kuşağında varolan, yerçekimiyle belli belirsiz sürelerle güneşin çekimine
kapılan göknesneleridir. Öyleki
Güneş’in çekimine kapılan bu göknesnelerinin çoğundan haberimiz bile olmaz. Dış
gezegenler sistemi denilen gezegenler (Jüpiter, Satürn, Neptün, Uranüs)
tarafından bu göknesneleri yutulur. Bu ‘Yaşam’ın Dünya’ya dışarıdan geldi’
cevabı teorisi akıl yürütme düzeyindedir. Deneyleme olasılığı azdır. Ne 5 milyar
yıl öncesine gidebiliriz ne de 3 milyar öncesini görebilme yeteneğine sahip
değiliz.
Diğer teorilerden
biriside cansız maddeden canlılığa geçiş.
İlk kez 6-7 yıl
önce Cumhuriyet Kitabın bastığı ‘Başlangıçta Hidrojen Vardı’ adlı kitabı
okurken bu teoriyle karşılaştım. Yazar iki bilim insanından bahsediyordu.
Miller ve Urey
soyisimli iki biliminsanının dünyanın ilk oluşum evresinde olduğu bilinen
cansız (inorganik) maddeleri kullanarak bir deney yaparlar. Cansız (inorganik) madde
olarak Amonyak, Hidrojen, Karbonmonoksit, Su ve Elektrik kullanılır. Deneye en
basit şekliyle wikipedia’dan bakabilirsiniz. Miller-urey deneyi
Deney sonucu
elektrik ile kimyasal tepkimeye giren cansız (inorganik) maddelerden organik
bileşikler oluşur.
Kitabın yazarı bunun
‘Yaşam Dünya’ya dışarıdan gelmiştir’ teorisinden çok daha bilimsel olduğunu
savunur. Elektriği üretenin şimşekler ve
yıldırımlar olduğunu; suyun ise kuyruklu yıldızlardan değil, dünya’da varolan
hidrojen ile oksijenin ortaya çıkmasından sonra hidrojenin oksijen ile kimyasal
tepkimesi sonucu oluştuğunu söyler.
Yaşamın canlıdan
cansız’a geçtiğini söyleyen eski çağ insanları da vardır. Mevlana’da herhangi
bir deney yapmamasına rağmen, sadece akıl yürüterek yaşamın başlangıcını cansız
dünya’dan canlıya geçiş ile bağlamıştır.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.