29 Aralık 2015 Salı

Yoktan Var Olmak

İnsanoğlu kendi varlığının farkına varmasından beri; kendi varlığını ve etrafında olan biteni anlamaya çalışır, ve bunlara tanımlar bulur. Bu anlayış eski çağlarda insanı din kavramını bulmasını sağlar. Ancak din dediğimiz şey günümüzdeki anladığımız anlamıyla inanç karşılığı değildir. (Din sözü eski arami dilinde yasa anlamına gelir)

Dinlerin ortaya çıkışındaki amaç; insanın kendisini ve etrafında gördüğü şeyi açıklamaya yöneliktir. Akdeniz ve çevresinde ortaya çıkan bütün dinler de temel  tanrı yada tanrılar güneş temellidir. Şöyleki hristiyanlık öğretisi Jesus sözünün temeli jes (yes) güneş demektir. (Bu jes yada yes”ten yusuf ismi ortaya çıkmış bu isim batı’ya  josef ve guiseppe olarak geçmiştir. ) Pers inancı mithra’daki mith de güneş demektir. Biz Türkler de varolan Tanrı (tengri) sözünün anlamı da diğer inançlardaki ile aynıdır. Teng, tan güneşin ilk ışınları anlamındadır, güneşi belirtir. Biz hala tan sözünü kullanırız.

Eski çağ insanları için (günümüzde bizim içinde geçerli) güneş çok önemlidir.  Bu yüzden ilk ana tanrıları güneştir. Güneş ise enerji verir, aydınlatır, ısıtır. Bitkilerin ortaya çıkmasına, yeşerip büyümesine etki eden birinci etkendir. Ağrıyan dişimiz de gündüz hafif ağrı yaparken, güneşin batması gecenin olmasıyla daha çok ağrımaya başlar.  Sebebi güneşin olmamasıdır. Güneş girmeyen eve doktor girer deyimi daha anlaşılırdır.
Bugün bizim düşündüğümüz gibi eski çağ insanları da aynı şekilde düşünmüşlerdir.

Sami-Arap toplumları ise ortaya çıkan bu tanımları (anlam – izah) edebi bir şekilde toplayarak inanç haline getirmiştir. Semavi dinler diye temeli atılan inançların (edebiyatın) temeli burası, mezopotamya’dır. Eski inanç biçimleri yokedilmiş yahut yok sayılmıştır. Diğer bölgelerde gelişen inançlar da semavi dinler kapsamına dahil edilmemiştir.

Avrupa’da rönesans ve reform hareketleri (düşünceleri) ortaya çıkana kadar insan ve çevresi bu inançlarla açıklanmaya çalışıldı. Rönesans ve reform hareketleri sonucu bu anlayış deyişmeye başladı. Bilim insanları olayları dinleri temel almadan, akıl yürüterek açıklamaya çalıştı. Daha sonra açıklamalar için deneyler kullanmaya başladılar.

Günümüzde insan nedir, nereden gelmiştir nereye gider gibi sorulara bilim insanları yanıtlar arar. Dini temel alan düşünceninde bunlar için cevabı vardır. (binlerce yıllık birikimleriyle) Şuan bütün bu olan biteni açıklamaya çalışan iki düşünce sistemi var. Birisi bilim temelli, diğeri din temelli. Din temel olarak daha önce yazılmış kitapları alır. Kur’an gibi. Din; insanı, doğayı, evreni, tanrıyı açıklamayı yada ispat etmeyi bıraktığı takdirde kendisini feshetmiş olur. Din’in ortaya çıkması insanların olayları anlamaya çalışmasıdır. Ancak günümüz bu açıklamaların yerini modern Bilim almıştır. Bilim ise olayları deneyler yaparak açıklamaya çalışır.
Bilimin bütün bu olayları açıklamada bir çok teorisi vardır. Bunlar teori halinde bulunur. Büyük Patlama Teorisi, Paralel Evrenler Teorisi gibi... Ve bazı teoriler kuram haline gelmiştir. Evrim Kuramı gibi...

İnsanların en çok sordukları sorulardan birisi hatta en temel soru olan; Yaşam nasıl başladı?

Bu soru için dinlerin verdiği açıklamayı bildiğimiz için dinin verdiği cevapları yazmaya yada bilimin ortaya attığı teorilerle kıyaslamaya gerek yok.

Bu soruya bilimin verdiği en popüler cevaplarından birisi; yaşamın dünya’ya dışarıdan geldiğidir. Yaşam kuyruklu yıldızların içinde bulunan su’lar sayesinde Dünya’ya taşınmıştır. Dünya’nın 5 milyar yıl önceki oluşum aşamasında iken dünya’ya çarpan (bu olay 2 milyar kadar sürmüştür) kuyruklu yıldızların içinde ki sularda varolan, mikrop ve  virüslerdir.  Bu teoriye göre düşünürseniz diğer gezegenlerde yaşam olabilme olasılığı vardır. Kuyruklu yıldızlar Kaiper kuşağında varolan, yerçekimiyle belli belirsiz sürelerle güneşin çekimine kapılan göknesneleridir.  Öyleki Güneş’in çekimine kapılan bu göknesnelerinin çoğundan haberimiz bile olmaz. Dış gezegenler sistemi denilen gezegenler (Jüpiter, Satürn, Neptün, Uranüs) tarafından bu göknesneleri yutulur. Bu ‘Yaşam’ın Dünya’ya dışarıdan geldi’ cevabı teorisi akıl yürütme düzeyindedir. Deneyleme olasılığı azdır. Ne 5 milyar yıl öncesine gidebiliriz ne de 3 milyar öncesini görebilme yeteneğine sahip değiliz.

Diğer teorilerden biriside cansız maddeden canlılığa geçiş.

İlk kez 6-7 yıl önce Cumhuriyet Kitabın bastığı ‘Başlangıçta Hidrojen Vardı’ adlı kitabı okurken bu teoriyle karşılaştım. Yazar iki bilim insanından bahsediyordu.

Miller ve Urey soyisimli iki biliminsanının dünyanın ilk oluşum evresinde olduğu bilinen cansız (inorganik) maddeleri kullanarak bir deney yaparlar. Cansız (inorganik) madde olarak Amonyak, Hidrojen, Karbonmonoksit, Su ve Elektrik kullanılır. Deneye en basit şekliyle wikipedia’dan bakabilirsiniz. Miller-urey deneyi

Deney sonucu elektrik ile kimyasal tepkimeye giren cansız (inorganik) maddelerden organik bileşikler oluşur. 

Kitabın yazarı bunun ‘Yaşam Dünya’ya dışarıdan gelmiştir’ teorisinden çok daha bilimsel olduğunu savunur. Elektriği üretenin şimşekler  ve yıldırımlar olduğunu; suyun ise kuyruklu yıldızlardan değil, dünya’da varolan hidrojen ile oksijenin ortaya çıkmasından sonra hidrojenin oksijen ile kimyasal tepkimesi sonucu oluştuğunu söyler.


Yaşamın canlıdan cansız’a geçtiğini söyleyen eski çağ insanları da vardır. Mevlana’da herhangi bir deney yapmamasına rağmen, sadece akıl yürüterek yaşamın başlangıcını cansız dünya’dan canlıya geçiş ile bağlamıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.