4 Aralık 2017 Pazartesi

Faşizm

Geçen gün birisi iki yıl önce yazdığım 'İtalyanların Türklere bakışı' yazıma yorum yapmış. 'O zaman niye gittin be aptal' diye yazmış. Cevap bile vermeden sildim.

Aslında bu faşizm midir? Tam olarak değildir. Faşizm, eğitim düzeyi gelişmiş (!) toplumlarda ortaya çıkıyor. Bir afrika yada asya ülkesinde faşizm gibi politik yapılar çıkmaz. Endüstriyel olarak gelişmiş, eğitim seviyesi kağıt üzerinde yükselen bir grafik çizen toplumlarda ortaya çıkar. En güzel örnekleri Almanya ve İtalya ve Sovyet Rusya'dır. Herkese eşit eğitim diyerek yüksekokullara doldurulan insanlar bir süre sonra kendilerini herşeyi bildiğini sanmaya başlarlar. Ve kendilerine de tanrılar, isterseniz put deyin, yada şeytanlar yaratırlar. Faşist İtalya'nın da putları vardı, Nazi Almanya'sınında vardı, Sovyet Rusya'nında vardı. En önemlisi de hepsinin büyük ideaları vardı. İtalya'nın büyük Roma'sı, Almanya'nın saf üstün ırkı, ki düşünce olarak kökü Nietzche'ye dayanır, Rusya'nın da komünist toplumu vardı.

Günümüz Türkiye'sinin de bu saydıklarıma benzer büyük bir ideası var. Osmanlı!. Ülkenin yarısından fazlasının düşüncesi Osmanlı imparatorluğunun tekrar canlandırılması, bunu oy verdikleri ve 15 yıldır iktidar olan AKP'den görüyoruz.

Böyle büyük ideali olan bir toplumunda bilgi ve eğitim sayesinde cahilliğin dibine düşmesidir.  Üniversitelerde okuyan kitleye bakın, her yıl 100 binlerce öğrenci (açık öğretim'i saymıyorum bile) üniversiteye gidiyor. Bunlar son 15 yılda katlanarak da devam ediyor. 15 yılda vardığımız sonuç ise herşeyi bilen, herşey hakkında yorum yapabilen milyonlarca üniversite öğrencisi ve mezunu.

Tabii durumu sadece heryere mantar gibi açılmış üniversitelerde aramamak gerek. Üniversitelerin bu durumundan insanlara daha kötü etki eden internet üzerinde varlığını sürdüren sözlükler. En önemlisi de ekşi sözlük denen yer, bir diğeri de wikipedia idi, neyse ki orası Türkiye'de kapalı. Ekşi sözlük bilgi kaynağı yaratalım sloganıyla çıktı ama günümüzde gelinen nokta, 10 yıldan fazla bir süredir öyle, tamamen yorumların olduğu bir yer. Diğer sözlükler de aynı şekilde yorumlar üzerine kurulu bir site, bilgi kaynağı değil. Bu tarz yerler sözlük yerine forum şeklinde devam ediyor ve önemlisi de yazar diye orada bulunanların bilgi düzeyleri. Çünkü bu üyeler oraya bilgi değil, yorum bırakıyorlar. Sonuç olarak da bilgi kaynağı diye o tarz yerlere girenler sadece üyelerin yorumlarını okuyorlar, bilgilerini değil.

AKP iktidarı ve ortada olan sosyal medya aracılığıyla genç nüfüza sahip olan Türkiye, cahilliğin zirvesine oynuyor. Bana 'Aptal' diyen kişi de o tarz sitelerden yorumları okuyarak gelip bana yazıyor. Cahillik?

Cahillik; pratik olarak, bilgisizlik diye okunur. Aslında bu yanlıştır. Çünkü dünya üzerinde hiç kimse mutlak olarak herşeyi bilemez. Ki zaten bilgi mutlak doğruluk da değildir. Cahillik, bu bakımdan bilgisizlik değil, bilgisi olmadan konuşulmasıdır.

Türkiye şuan üniversitelerin durumu, sosyal medyada bulunan yalan yanlış bilgiler yüzünden 2 yıl önce yazdığım o yazıda bahsedilen milletten daha kötü bir durumda.

İtalyanların Türklere bakışı değil de, Türklerin yabancılara bakışına bakın bir de! 

5 Ekim 2017 Perşembe

La İlahe İllallah ne demek?



2006 yılının ocak sonu şubat başı şans eseri bulmuştum. İş ilanında veri giriş elemanı yazıyordu. Lise'de aldığım daktilo eğitimin ve bilgisayar kullanımına olan düşkünlüğüm sayesinde randevu alıp, iş görüşmesine gitmiştim.

İş görüşmesindeki 'en son ne işinde çalışıyordun' sorusuna; film deyince, kitapçının ilgisini çekmiştim. Ne tarz filmler dediğinde de cevabım; son olarak Marquez'in (edebiyatçı Marquez) belgeselini hazırlamıştık, demiştim. Bu cevap sayesinde kitap sektörüne ve dünyasına pratik olarak geçiş yaptım.

İlk bir kaç ay sesimi kısarak, ne denildiyse onu yapmaya çalıştım. Çünkü restleşecek, zıtlaşacak durumda değildim. Akrabalarımın yanında kalmamdan dolayı bazı sorunlarım vardı. Kısa zamanda onların yanından ayrılıp, kendime ev bulmam gerekiyordu. Kitapçı işine girdikten 3-4 ay sonra biriktirdiğim parayla kiralık bir ev bulup, akrabalarımla ilişkimi tamamen bitirdim. Bu arada işyerinde, kitapçılığa ömrünü vermiş (1970'lerde milliyet gazetesinde çalışmış birisiydi) kişinin de güvenini kazandım. 2006'nın ikinci yarısında artık kimi zaman abi-kardeş kimi zamanda baba-oğul gibiydik. Sayesinde kitap işini çok farklı bir şekilde öğrendim.

'La İlahe İllalah' ile ne alakası var mı derseniz?, evet var. Çünkü 'La ilahe' de ki 'ilah, tanrı yoktur' ifadesinin yorumunu yada felsefesini ilk kez bana kitapçılığı öğreten kişinin ağzından duymuştum.

Patron ile aramı yeni yeni ısıtmaya başlamıştım. Bir gün kapı çalındı, internet sitesinden adresi alıp, gelmiş. Kur'an kerim ve bir kaç dini kitap istiyor. Dedim, sitede olanları burada tutmuyoruz, sipariş edildiği takdirde temin edip müşteriye veriyoruz. Sonra patron geldi, buyurun dedi bir kahve içelim karşılıklı. Oturdular, bende kahve hazırladım.

Patron başladı anlatmaya. La İlahe; ne demek la?, kendi sorup kendi cevaplıyordu. La, hayır demek, yok demek. La ilahe, ilah tanrı yok demektir. İllallah?, Allah'tan başka demek. Böyle devam etti bir süre. Bu arada bende yeni çıkan kitapların kayıtlarını yapıyorum müzik dinlerken. Nasıl olduysa bir ara, evrim'e geldi. Patron hararetli bir şekilde insanların ellerini kullanmasının beyni nasıl geliştirdiğinden bahsediyor. Bir süre sonra da Atatürk'e geldi sıra. Patron hiç susmadan belki bir saat konuşmuştu.

Sohbet bitip, 3'e tane kahve içilmişti, patron Nutuk, Kumandan ile Hasbihal, ve şimdi ismini anımsayamadığım yine Atatürk ile ilgili bir kaç kitabı daha bu amcanın eline tutuşturup, parasını da aldıktan sonra göndermişti. İlk kez 'La İlahe İllallah' sözünün açıklamasını 11 yıl önceki çalıştığım işyerindeki patron'dan bu şekilde duyup, öğrenmiştim.

Kitapçıda çalışmaya başlamadan öncede kitap okurdum, başladıktan sonra daha da çok okumaya başladım. Kitapları neredeyse bedavaya alıyordum. Şuan yurtdışındayım, bilgi açlığımı internet üzerinden bulduğum PDF kitaplarıyla gidermeye çalışıyorum.

Kitaplarla içli dışlı iken, ağırlık verdiğim siyaset, tarih, felsefe ve din oldu. La İlahe İllallah sözünü de din üzerine okurken kendi kendime farkettim. O islami, dini kitaplarda yazdığı gibi bir açıklaması yok aslında, 'La ilahe İllallah' sözünün.

Sümer-akad inanç geleneği temel  olarak iki ana kült üzerine kuruludur. Birincisi eril olan Güneş kültüdür. Akadların ve Babil'in birinci yada tanrıların başı konumunda olan Şems (güneş) idir. Şems, bugünkü Suriye'nin Şam şehridir. İkincisi ise dişil olan ay kültüdür. Şems gibi ay kültü de Babil'e dayanır. Babil'in ay tanrısı Sin'dir. Kur'an'daki Ya-Sin suresi aslında Sin (ay) kültüne bir meydan okumadır. Pers'lerin M.Ö. Babili ve Sin kültünü ortadan tamamen kaldırmasına rağmen Sin kültünün etkisi M.S. 6-7  yüzyıla kadar devam eder. Günümüzde bile hala etkisi devam etmektedir.

Ortadoğu'dan çıkma iki büyük dininde, hristiyanlık ve islam, temellerinde güneş ve ay kültleri bulunmaktadır. Her iki dinde gerçek ve temel olan güneş kültünü geri getirmeye çalışmış olsalar da,  sahip oldukları ve günümüze ulaşan ay kültü olmuştur.

İlk önce hristiyanlıktan örnek vereyim. İsa yada hristiyanların söylediği Jesus(jesu), güneşden gelen demektir. Kıpti dilinde güneşin karşılığı jes'dir. Jes'us; güneşten, güneşten gelen demektir. Yusuf ismi de Jesus'un farklı söylenişidir.  Yusuf'un (joseph) 12 kardeşi vardır, İsa'nın da 12 havarisi vardır. Burada ki 12 sayısı (bakınız zeitgeist) güneşin içinden geçtiği 12 burçtur.

Ancak bu Jesus'un güneş kültü olduğu gerçek olsa da, hristiyanlıkta Jesus, güneş kültünden daha önemli bir kült vardır. Mariam, meryem kültü!. Meryem isminin anlamı da kutsal fahişe demektir. Kutsal fahişelik ise sümer'de başlayan inanna (ay) kültü uygulamalarının en önemli ve en akılda kalıcı olanlarındandır. Nitekim, sümer-akad-babil ile kalmayıp, anadolu'ya ve avrupa'ya yayılmıştır.

Günümüz hristiyanlığının da en önemli kültlerinden biri olarak devam etmektedir. Madonna ismi italyancadan geçme miadonna'nın kolay söyleniş biçimi. İtalya'ya ilk geldiğim zaman Madonna ismini bir çok yerde görünce şaşırmıştım. Şarkıcı madonna sanmıştım ilk önce. Daha sonra ise meryem'e atıf olduğunu öğrendim.

Hristiyanlıkta güneş kültüne dayandığını söylese de, ay kültü kendisini hemen belli ediyor. İslam'da da aynı durum söz konusu. Kur'an'ın en önemli surelerinden biri olan Ya-sin suresi. Ya-sin suresi Babil'in ay tanrısına (sin) meydan okumadır. Hem de Pers'ler tarafından tamamen yıkılışının üzerinden 11 asır, yani 1100 yıl geçmesine rağmen.

Bu yazdıklarımın 'La İlahe İllallah' sözü ile ne alakası var? Çok alakası var.

İlk önce o kafanızın içine yerleşmiş, Allah tekdir, benzersizdir kalıbını bir dakikalığına unutun. Yukarıda anlatmaya çalıştığım ay ve güneş kültlerini aklınıza yerleştirin. Yani dişil ve eril hallerini bilinçaltınıza koyun. En sonunda da Kur'an'ın yazıldığı dili arapçayı hatırlayın.

Türkçe kendine has önemli dillerden biridir. Bir çok dille sözcük alışverişi yapmasına rağmen, yapısını bozmayıp, koruyan nadir dillerden birisidir. Türkçe'nin en önemli özelliklerinden birisinin isimlerin eril-dişil hallerinin olmamasıdır. Latince'de eril-dişil hali olmasına rağmen italyanca'da ki kadar belirleyici bir etkisi yoktur. Günümüz italyancası da eril-dişil, belirteçi(artikel) arapça'dan, yada ortadoğu sami dillerinden almıştır.

Günümüz italyancasından bir örnek vereyim.

Maria – Dişil isimdir.
Mario – Eril isimdir.

Arapçadan örnek.

Emin – Eril isimdir.
Emine – Dişil isimdir.

Demekki arapça'da eril halde olan isme -e takısı getirildiği zaman isim dişil oluyor.

Türkçe'de cinsiyet ayrımları olmadığı için ilah ve ilahe sözcüklerini tanrı olarak çeviriyoruz. Her ne kadar Tanrıça diye bir söz uydurulduysa da, türk inanç tarihininde ve sisteminde yeri yok denecek kadar az olduğu için kullanılmıyor. Ama ben burada anlaşılması için kullanmak durumdayım.

Yukarıda açıkladıklarıma göre;

İlah – Eril Tanrı
İlahe – Dişil Tanrı

'La İlahe İlallah' sözünü bu bilgilerle tekrar çevirelim.

Allah'dan başka tanrıça yoktur.

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens - İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi

11 yıl önce patronumun tavsiyesiyle okuduğum 'Tüfek, Mikrop ve Çelik' kitabı sanırım ilk bilim kitabıydı. Sonrasında bilime de merak salıp bir çok kitap okudum. Ancak 'Tüfek, Mikrop ve Çelik' kitabının bende bıraktığı izlenimi hiç bir kitap dolduramadı.

'Tüfek, Mikrop ve Çelik', insanoğlunun gelişiminde önemli varsaydığı üç nesneyi kitabının ana konusu yapmıştı. Tüfeğin, mikrop'un ve çelik'in insan toplulukları arasında ki ilişkisini anlatıyordu. Kitabı yazma amacının da bir soru olduğu üzerineydi. 'Niçin Avrupalı'lar bütün dünya'yı fethetti de, diğer kıtalar dünya'yı keşfetmedi. Yazar, bunu içinde bulunduğumuz çağın bilimsel bilgileriyle mantıklı bir şekilde açıklamıştı.

Birkaç gün önce de twitter'da haberlere ve gelişen olayları bakarken, takip ettiğim birinin bir paylaşımını gördüm. Az önce bitti diye not düşmüş, kitabın resmini paylaşırken. Merak edip, hemen pdf'si var mı diye baktım. Önüme çıkınca da hemen indirip okumaya başladım. 'Tüfek, Mikrop ve Çelik' kitabı kadar bilimselliğe yakın duruyordu.

Bahsettiğim, 'Hayvanlardan Tanrılara Sapiens – İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi' kitabını bugün bitirdim. Kendime göre bazı notlarda aldım okurken.

Okumayanlar için not alın derim, okuyanlara ise tekrara okuyup not almasını tavsiye ederim.

Yazar, Kudüs Beşeri İlimler Fakültesinde öğretim görevlisi bir tarihçi; Yuval Noah Harari. Kitaba insanın, homo sapiens'in, diğer türlerden çok da farklı olmayan bir şekilde yaşadığını ancak daha sonraları doğaya ve diğer türlere üstün geldiğini ve bunların nelerden kaynaklandığını açıklamaya çalışarak başlıyor. Sapiens'in diğer türlere üstünlüğünü dil'in kullanımına bağlıyor. Dil sayesinde insanın dedikodu yapmasını ve bunun üzerinden sapiens'in hayallerini, efsanelerini, mitlerini, dinlerini ve son olarak da ideolojilerini ortaya çıkardığını belirtiyor. Dil sayesinde ortaya çıkan bütün bu insana özgü soyut kavramlar ve sadece insan ürünü olan inanç sistemleri olduğunu belirtiyor. Bu dönemi M.Ö. 70 binden M.Ö. 9 bin yılında ki tarım devrimine kadar getiriyor ve buna 'Bilişsel Devrim' diyor.

Tarım Devrimi'ne geçişin, insanın her zaman daha iyi bir yaşam, daha güvenli bir yaşam düşüncesini temel alarak açıklamaya çalışıyor. Güneşin altında daha iyi bir yaşam için çalışarak doğayla yarışmaya çalışırken, bilişsel devrim dediği dönem ile kıyaslamalara giriyor. Gerçekten sapiens'ler tarım toplumlarını kurdukları zaman mutlu olmuşlar mıydı?.

Kitabın bu bölümlerini okurken aklıma ortadoğu dinlerinin cennet tasvirleri geldi. Cennet düşüncesi genel olarak sınırsız yeşillikte ovalarda, ormanlarda, bolca meyve ve sebzeyle betimleniyordu. Acaba tarım toplumları daha iyi bir yaşam için tarım toplumuna geçtiklerinde dahi eskiyi, avcı toplayıcı dönemlerini mi özleyerek cennet tasviri yapmıştı. Sonraki bölümlerde bunun cevabını dolaylı yoldan vermişti. Günümüzde bile sapiens hala o avcı toplayıcı dönemde gelişen genlerle hareket ediyor ve o dönemin düşleriyle yaşıyor.

Tarım devrimi dönemi, bilişsel devrim kadar uzun sürmüyor. Bilişsel devrim döneminin en az 60 bin yıl süresi varken, tarım devrimin 10 bin yıllık süresi var. Sonrasında gelen 'Bilimsel Devrim' döneminin ise hala içinde yaşıyoruz.

Bilimsel devrim'i ingiltere'de ortaya çıkan zorunlu bazı teknik gelişmelere, emperyalizme, aslında o dönemin kolonyalizm, bağlıyor. Emperyalizmin bilimin gelişmesine olan etkilerini anlatırken, överek değil, zorunlu bir dönem olarak belirtiyor. Buradaki zorunluluk durumunu sapiens'in davranış biçimine bağlıyor.

Emperyalizm(kolonyalizm) ile bilim kolkola girerken, üçüncü bir arkadaş daha ekleniyor yanlarına, kapitalizm. Kapitalizm; sermayecilik, Adam Smith ile birlikte teorileşiyor, daha doğrusu din haline geliyor. Üç arkadaş; emperyalizm, bilimsel bilgi, kapitalizm, günümüze kadar işbirliğini sürdürüyor.

Kapitalizmi, kredi kuruluşlarının organizasyonu olarak görür ve insanların bu kredi kuruluşlarına  (bankalar) olan güvenleri, yani inançları, sayesinde kapitalizmin geliştiğini anlatır.

Bu bölümü okurken aslında kapitalizmin de modern bir din olduğu sonucuna ulaştım.

Nitekim yazar, çok geçmeden kapitalizm dini diye de belirtti.

Günümüze geldiğinde ise, 1945 yılından itibaren dünya'nın küreselleştiğini, cahillik döneminde ki savaşların, soykırımların, katliamların yavaş yavaş bittiğini, internet sayesinde insanların birbirlerini anlamaya başladığını belirttir. Ancak yeni bir dininde oluştuğunu ve adının da tüketimcilik olduğunu da ekler. Tüketimcilik diniyle insanların kendilerini değiştirdiğini, dünya'ya ve hayata yeni anlamlar yüklediğini, eski hakim anlayışın yok olduğunu anlatır.

Son bölümlerinde sapiens'in geleceğe bakışını, bilim kurgu yazının iyi yada kötü, gelecekle ilgili kehanetlerin dikkate alınması gerektiğini anlatır. Ve son olarak insan ne kadar mutludur diye sorar. Temel olarak da insanların diğer canlılar gibi biyolojik bir canlı olduğunu ve mutluluğunda salgıladığımız hormonlar sayesinde oluştuğunu belirtir. Burada aklımda kalan, insanların mutluluklarının sınırlı olduğunu ve mutluluğunu arttırmak için yeni, değişik şeylere ihtiyaç olduğunu ve bunu da hayal gücüyle yaptığını söyler.

Kitabın son kısmında, bütün sapiens'lerin belirli düzeyde bir bilinç seviyesinde ulaştıklarını ama gelecekle ilgili tahminlerde, eski inançlılarında, islam budizm hristiyanlık gibi, ahlaki yorumlarının da dikkate alınmasını söylerken, daha önce belirttiği; bilim, üstün ahlak yada ruhani bir ortamda gerçekleşmez, ekonomik, siyasi ve dini çıkarlarla şekillenir sözüne tam olarak uyar.

Sonuç olarak, geleceğimizi şekillendirecek olan yine sapiens'in, insanoğlunun hayal dünyasıdır.

*******

Kitabın içinden verdiği bir örneği buraya aktarayım. Eski inanç sahiplerinden amerikan yerlisinin yeni inanç sistemine bakışı.

Astronotlar “Ne istiyorsunuz?” diye sorar.
Yaşlı adam, “Kabilemdeki insanlar Ay’da kutsal ruhların yaşadığına inanır. Onlara halkımdan önemli bir mesaj iletmenizi isteyecektim.”
Astronotlar “Mesaj nedir?” diye sorar.
Adam kendi dilinde bir şeyler mırıldanır, sonra da astronotlara bunu ezberleyene kadar tekrar etmelerini söyler.
Astronotlar “Bu ne demek?” diye sorar.
“Bunu size söyleyemem. Sadece bizim kabilemizle Ay ruhlarının bilebileceği bir sır,” der.
Üsse geri döndüklerinde astronotlar uzun uğraşlardan sonra yerel dili konuşabilen birini bulurlar ve ondan mesajı tercüme etmelerini isterler.
Ezberledikleri şeyi söyleyince çevirmen kahkahalarla gülmeye baslar.
Nihayet sakinleşince, astronotların o kadar dikkatle ezberlediği sözlerin,
“Bu adamların size söylediği hiçbir şeye inanmayın. Topraklarınızı çalmaya geldiler,” oldugunu söyler.


Çıkardığım bazı notlar:

Homo sapiens açgözlülüğü

Paranın insanlarda güven (inanç) oluşturması

Hayali güven, krediler

Homo sapiens'in hayallerinin, toplumu düzenlemesi

Kapital, üretime adanmış para, ürün, kaynak; zenginlik ise saklanmış, üretken olmayan faaliyetlere harcanan değer.

Bankaya para yatıran, sigorta yaptıran işçi; kredileri beslediği için kapitalizmin devamını sağlar ve pratik olarak kapitalisttir.

Kapitalizm, 20. yüzyılın dini iken 21. yüzyılın dini tüketimciliktir.

Marksizim, sosyalizm, komunizm. liberalizm, kapitalizme alternatif dini inançlardır. 

27 Mart 2017 Pazartesi

Parti Devleti

Birkaç gündür twitter'a girdiğimde parti devleti sözü gözüme çarptı. Kendisine solcu, muhalif diyen kişiler tarafından 16 nisan referandum sonucu 'Evet' çıkarsa, AKP'nin parti devletine dönüşeceği yönünde sözlerdi bunlar. Merak edip, ekşi sözlükte de yazmışlarmıdır acaba bu konuyu diye girip baktım. 20 küsür bilgi vardı. Belki sadece 5-6 tanesi 2010 sonrasına ait, geri kalanlarının tamamı AKP'nin 2010 sonrasının oluşturduğu pozisyonunu anlatan bilgiler.

AKP'nin faşizme geçtiğini, BAAS rejimine benzer bir sistem kuracağı yönünde endişelerini belirten yazılar. AKP'nin her yaptığını 'Parti Devleti'ne örnek olarak gösteriyorlardı. Ve bunları yazanların çoğunluğu solcular(!)

Kişi, soramadan edemiyor. 2010 öncesi, neredeydiniz?

Ergenekon davası süresince, 'Türk Askeri' terörist damgası yerken, neredeydiniz?

Devlet kurumlarına insan yetiştiren ünivsersite rektörleri (Yücel Aşkın) neredeydiniz?

......

Bu sorulara kendisine muhalif, solcu diyen kişilerin cevabı muhtemelen şöyle olur. AKP, 2010 öncesi daha özgürlükçüydü!!! (daha doğrusu liberaldi)

Bu solcuların hem liberalizmi yerin dibine sokmalarına, hem de liberal ülkelerin uygulamalarını sol diye övmelerine bayılıyorum. Kendi ideolojileri olan sosyalizmin uygulandığı ülkelerde ki sorunları görmezden gelip sadece güzel taraflarını anlatmalarına da ayrı bayılıyorum. Yaptıkları şey ise pragmatizm falan da değil, bildiğiniz orostopolluk.

Bu yazıyı yazmadan önce internet üzerinde yazılmış bir kaç şeyi de gözden geçirdim. Verilen örnekler daima 1930'ların İtalya'sında ki faşizm ile  aynı dönemin Almanya'sında ki nazizmdi. Bir  de 30'ların Türkiye'sinin Chp'si.

CHP'nin o dönemde üstlendiği görevi, faşizm ile nazizm ayarında görmek sadece bizim solcularımıza özgü.

CHP'nin o dönem üstlendiği görev, devleti kurup (kuruculuk) geliştirmekti. İtalya'da ve Almanya'da zaten varolan devlet'i kendi çıkarları uğruna dönüştürmek değil. İtalyan ve Alman devletleri Faşist ve Nazi Partileri'nden 30-40 yıl önce zaten kurulmuşlardı. Türkiye'de ki durum ise İtalya ve Almanya'dan ziyade Rusya'nın durumuna benziyordu. Ki zaten Türkiye'de ki CHP ile Rusya'da ki komünist parti benzer görevler edindiler yeni devleti kurma'da. Her iki partide eski krallık, padişahlık sistemleri yerine parlamanter sistemi getirtiler. CHP'yi Faşist Parti'ye veya Nazi Parti'sine benzetmek tarihten anlamamak demektir.

Bir başka verilen örnek de, BAAS partisiydi. Tam anlamıyla CHP'nin 30'larda üstlendiği görevi üstlenmediler ama çok yakındır devlet anlayışları. BAAS partisini de 30'ların CHP'si gibi faşizm'e benzetmek yersizdir. BAAS partisinin başarısızlığa uğraması ise sanırım CHP'nin daha doğrusu M. Kemal Atatürk'ün yaptığı batı ile diplomatik ilişkileri iyileştirme yerine ilişkiyi kesme olmuştur.

Ortalıkta sürekli söylenen, AKP parti devleti haline dönüşecek midir? Faşist ve Nazi partilerine benzer bir şekilde mi hareket edecekler yoksa CHP'nin kurucu görevini mi üstleneceklerdir.

AKP'ye göre CHP'nin kurucu görevini üstleniyorlar. En azından yeni anayasa söylemleri bu yönde.

Bu ne kadar gerçeği yansıtıyor.

Teker teker bakalım verilen örneklere.

Faşist Parti ve Nazi Parti'lerinin yaptıkları. Her iki parti'de Amerikan karşıtlığı, kapitalizm karşıtlığı üzerine kurdular politik söylemlerini. Bize ve bütün ortadoğu'ya geçen bu Amerikan karşıtlığı ( Amerikan emperyalizmi söylemleri), Faşist ve Nazi Parti'si söylemleri sayesinde olmuştur. Daha sonra bu söylemi ikinci dünya savaşı sonrası Sovyet Rusya üstlenmiştir.

Ancak AKP'nin 2002'de başa gelmesi sonrasında böyle bir politik söylem yoktur. Bir ABD projesi olan BOP için 'Ben BOP eşbaşkanlarından birisiyim' diyen bir AKP vardır.

BOP projesi Irak'ta uygulamaya geçtiğinde; AKP, Avrupa Birliği'ne gireceğiz söylemleriyle 2007'ye kadar bütün ülke'yi oyalarken, oylarını arttırarak tekrar iktidar olmuştur. 2007 sonrası ise Avrupa Birliği söylemi unutulmaya başlanmıştır. Yani, Nazi Partisi ve Faşist Parti'nin kapitalizm ve Amerikan karşıtlığı AKP'de yoktur.

CHP benzetmeleri de yersizdir. CHP kurucu görevi üstlenirken, ülke'de yerli fabrikalar kuruluyordu.  En basit örnek, uçak fabrikası kurulmuştu ve üretilen uçaklar ihraç ediliyordu.

Uzun yıllar boyunca Türkiye'de önemli bir yere sahip olan TEKEL firması AKP tarafından Batı'lı kapitalist şirketlere satıldı. Milli sermaye denilen bir çok yerli firma AKP tarafından kapatılıp, ya Batı'ya satıldı yada AKP'li milletvekillerinin akrabalarına satıldı.

CHP'nin yaptığı gibi kuruculuk görevi, anayasa yapmaktan geçmiyor. Devlet kurumlarını geliştirmekden geçiyor. AKP ise CHP'nin yaptığının tam tersini yapıyor. Dolayısıyla 'AKP, CHP'nin 1930'larda yaptığı kuruculuk görevini yapıyor' sözü absürd kaçıyor.

Evet'li Hayır'lı seçimden sonra oluşacak olan durum 'Parti Devleti' değildir. Uydu devlet'tir. Bütün ekonomik kurumlarını Batı'ya ve iktidarın akrabalarına satılmış bir ülke, Parti Devlet'i olamaz.

Ekonomik olarak dışa bağlı olan devlet yapılanmaları aynı zamanda politik olarak da bağımlıdır. Parti Devleti' ise dışa bağımlı değildir. 1930'ların 'Parti Devleti' yapılanmaları olan İtalya, Almanya, Türkiye ve Rusya bağımsız ülkelerdir. Kendi ekonomik sistemleri olduğu gibi kendi politik sistemleri vardır. BAAS Partisi'de ekonomik bağımsızlık olarak bu sistemlerinin yanında yer alır.

Sonuç olarak AKP ile gideceğimiz yer ve zamanda 'Parti Devleti' olmayacaktır ama AKP bu ülke siyasetinden gittikten sonra 1930'larda kuruculuk görevini üstlenen CHP' gibi bir partiye ihtiyaç duyabiliriz. Devleti tekrar kurup geliştirmek için AKP yada AKP benzeri dışa bağımlı olmayan (bakınız; 'Ben BOP  eşbaşkanıyım') bir parti ile 'Parti Devleti' anlayışıyla devlet eski haline getirilebilinir.

10 Şubat 2017 Cuma

İbrahim Milleti

Birkaç gündür internete girmiyorum. Zaten girdiğim zamanda baktığım haberler oluyor yada herhangi bir konu üzerine yazacaksam, onun üzerine araştırmam oluyor. Haberleri de twitter'dan bakarak takip ediyorum.

15 temmuz sonrası Akp'lilerin diline doladığı 'Millet' sloganı vardı. Facebook paylaşımlarında bu 'Millet' sloganın bizim anladığımız anlamda Türk Milleti olmadığını bunu ümmet olduğunu belirttiğimde bir arkadaş yorum yapıp, o kadar da abartma demişti. Ben de abartmadığımı yakın zamanda bunu göreceğini söyledim.

Bu akşamüzeri dün müzik üzerine yazdığım makaleyi blog'uma koymak için internete girdiğimde Twitter'dan yeni gönderiler ve twitter'ın benim için önemli varsaydığı bazı gönderiler telefonun hafızasına girdi. Bu akşamda yarın yazacağım yeni bir müzik yazısı için albümü dinlerken, elime telefonu alıp hafızaya giren twittleri okumaya başladım.

Odatv'nin paylaştığı bir haber dikkatimi çekti. Erdoğan ve Fetö'nün Ortak ifadesi: İbrahim Milleti.

İbrahim milleti ifadesinin yanlış bir kullanımdır. Doğru kullanım İbrahim'in ümmeti. Kur'an kerim'de apacık bir şekilde yazmasa da, daha sonraki islam ve islam öncesi araştırmalarında 'İbrahim Ümmeti' diye bir tabir çıkmıştır. Türkiye'de kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının çıkardığı bir çok ilmihal'de de 'İbrahim Ümmeti' ifadesi yer alır. Millet ifadesi yer almaz. Ümmet'in anlamı ise Milletler demektir.

Peki, kim bu milletler?

İslam peygamberi (Hz.) Muhammed'in tarihte ki bir çok önder gibi kendisini eski dominant bir aileye mensup göstermeye çalışması sonucu, müslümanlar bugün kendilerini İbrahim ümmetinden olduğunu belirtir. İslam peygamberinin kendisini İbrahim'e dayandırması, Timur'un kendisini Cengiz Han'a dayandırmaya çalıştrıması gibidir. Osmanlı ailesinin yaptığı gibi. Osmanlı ailesi'de kendilerini Oğuz Han'a dayandırmışlardır. Hatta daha da gerilere giderek, ilk insan Adem'e kadar giderler.  Oğuz Han'ın kim olduğuna değinmek gerekiyor.

Oğuz Han, Hun imparatorluğu kurucusu Teoman'ın oğlu diye tarihte yer alan Batur Han'dır. Batur (kahraman)Türkçesi olduğu için öyle yazıyorum. Genelde bilinen Mete Han'dır. Ancak Mete Han diye yazmak doğru değildir. Mete günümüz Çincesinde Batur'un karşılığıdır. Eski Çince'de ise Moutun olarak geçer. Mete yada Moutun herhalükarda Türkçe değildir.

Osmanlı'ya dönelim. Çünkü Osmanlı ile Batur Han'ın islam ile ilgili olmayan önemli bir ortak noktaları var. Osmanlı ailesi kayı boyu mensubudur. Bütün Oğuz boyları gibi kayı boyunun da  damgası vardır. Bütün Oğuz damgaları gibi kayı boyu damgası da yeni icat edilmiş değildir. Bu damgaları binlerce yıl öncesinde görebilirsiniz.

Kayı boyu damgası da Batur han, Hun imparatorluğu öncesinde vardır. Dulo ailesinin damgasıdır. Dulo bir boy ismi geçiyor olsa de boy ismi değil, bir ailenin damgasıdır. Bir başka kurucu ile de GökTürkleri kuran Asena ailesidir. Asena ismi de boy değil, devlet kurucu ailesinin ismidir.

Dolu ailesinin (dynasty) damgası da Osmanlı'dan bildiğimiz Oğuz boylarından kayı boyu damgasıdır. Oğuzlar öncesi bu kayı boyu damgası Dulo ailesinin damgası iken, kökleri Nemrud'a  kadar gider.

Nemrud (nimrod yad Ninurta) ise Sümerler dönemi urfa (ur) şehrinin askeri yöneticisidir. Yahudi, hristiyan ve islam tarih yazıcılığında Nemrud kötü bir kral olarak tasfir edilse de, bu tasfir objektif değil, subjektif'tir. Yani, yanlı bir tarih yazımıdır(tarihe inanarak bakılmaz). Daha sonrasında Nemrud'un çocukları İbrani temelli dinlerin kıyamet alameti olarak bahsettiği Gog ve Magog (yecüc-mecüc), İskitlerin kurucuları olurlar. İskitlerin ve Hunların kurucuları aynı ailedir.

Maleesef, siyasette tarih bilgisi olmayınca ortaya cehalet temelli ifadeler çıkıyor. İbrahim Milleti ifadesi da bu cehaletin ürünüdür. Hem, biz Osmanlı'yız deyip, yeni osmanlıcılık yapacaksınız.hem de İbrahim Milleti'ndeniz diyeceksiniz.

Kökleri İbrahim'i ateşe atan Nemrud'a kadar dayanan kayı boyu damgasını heryerde bayrak yapacak, üzerine yetmeyip 'tarihi dizi' adı altında yeni-osmanlıcılık propagandası yapacak, en sonunda da İbrahim Milleti'ndeniz!!!

Tarih üzerine insanlarımızın başka bir cehaleti daha vardır. Türkler, kafaları kesile kesile müslüman oldular. Halbuki bilmezler bunu savunan insanlar, yine aynı Dulo ailesinden olan Türkişler'in Su'lu Han'ının Emevilere neler yaptığını. Türkişler önderliğinde Oğuzların Emevi müslümanlarını İspanya'ya kadar kovaladıklarını.

Son olarak, 'İbrahim Milleti' hem kavram olarak yanlıştır, hem de tarihi gerçekler olarak. Kavram olarak yanlıştır, çünkü İbrahim'e dayandırılan bu kavram ibranileri, arapları, aramileri ve irili ufaklı bir çok ortadoğu halklarını kapsar. Bu durum millet değil, ümmettir, yani milletlerdir. İbrahim milletinden diye kendinizi ifade ederseniz, sürekli küfürler ettiğiniz, beddua ettiğiniz, filistinlileri öldüren yahudilerle akraba olursunuz. Tarihi gerçekler olarak da yanlıştır, yukarıda bahsettim.

Hem Türk, hem de İbrahim ümmetinden olunmaz.

Merak eden olursa, yaklaşık bir buçuk yıl önce yazdığım 'Nemrud ve Çocukları' adlı yazıyı okuyabilirsiniz.

8 Şubat 2016 Pazartesi

Cinler

Cehennem”e inanıyor musunuz ?

Evet, inanıyorum. Yada yok inanmıyorum. Her iki cevapta kendi inancınızı ortaya koyar.

29 Ocak 2016 Cuma

Sadizm

Marguis de Sade. Fransız yazar. 19. Yüzyılda yazdığı sert erotik yada pornografik kitaplarıyla biliniyor. Sadizm Sade soyisminden gelir.

28 Ocak 2016 Perşembe

Siyasi Simge

İnsanoğlu topluluklar halinde yaşamaya başladıklarından beri kendilerini diğer toplumlardan ayırmak için belli semboller (simge) kullanmışlardır. Bunların bazıları dini yada devlet simgeleri olarak günümüzde varlıklarını sürdürürler. İlk akla gelen hristiyanlığın simgesi haç gibi.

20 Ocak 2016 Çarşamba

İnsan düşünen bir hayvandır

Tanrı ilk Ademi yarattı. Ademin kemiklerinden de havva’yı. Adem ile Havva’yı cennetine koydu. Bir de yasak getirdi.

-         - Bu ağaca dokunmayın.

6 Ocak 2016 Çarşamba

Bilgi Cehaleti Yener mi?

Kısa bir süre önce bir arkadaşla cehalet üzerine konuşurken, bilginin cehaleti ortadan kaldırdığını söyledi. Bende bu söze karşı çıktım. Bilgi cehaleti ortadan kaldırmaz, tam tersine cehaleti daha tehlikeli hale getirir. O bilginin cehaleti ortadan kaldırdığını söylemeye devam etti.